Oca 13, 2014 Makaleler
Hükümet dışı güçtür sivil toplum kuruluşları (STK). Dernekler, vakıflar, inisiyatifler, serbest çalışma grupları ve platformları STK olarak görebiliriz. Her ne kadar odalar, sendikalar ve barolar gibi bir kısmı kanunla kurulmuş olan kuruluşların STK sayılıp sayılmadığı tartışılmakta ise de (bu tür kuruluşlar çıkar grup ve kuruluşları olarak adlandırılmaktadır) Avrupa Komisyonu’nun resmi bir istişare organı olan Consultation, the European Commission and Civil Society (CONECCS)’in veri tabanına işçi sendikaları, işveren sendikaları, ticaret birlikleri gibi kuruluşlar dâhil edilmektedir. Dolayısıyla sivil toplum örgütlerini olabildiğince geniş tutmak ve bakmak gerekmektedir.
STK’ların taşıması gereken karakterize özellikleri ise; açıklık, katılımcılık, çoğulculuk, sorumluluk, şeffaflık, etkin olma, tutarlılık ve hak temelli bakış açısıdır. Olması beklenen ya da en azından olmasını beklediğim temel ilkeleri ise; hak temelli çalışmaları esas alması, her türlü ayrımcılığı ve şiddeti red etmesi, insan hak ve özgürlüklerini savunması, devlet ya da devletler dâhil her türlü politik güç odağından bağımsız olması ve gönüllülük esasına göre çalışmaları sürdürmesidir. STK’lar, hükümet ya da idare makamınca oluşturulan ya da oluşturulacak her türlü politikalarda, karar alma süreçlerine etkin bir biçimde katılmalıdır.
Türkiye’de derneklerin verilerine ilişkin bilgiler ise kısaca şöyledir:
Kurulan 237.186, fesh edilen 143.714 (ki önemli bir kısmı askeri yönetimler zamanına denk gelmektedir) ve faâl dernek sayısı ise 93.472’dir. Söz konusu derneklerin çok büyük bir kısmının faaliyetleri hemşehri ve ibadethane yapma ya da yaşatma ile ilgilidir. Faâl derneklerin yerleşimlerine göre inceleme yaptığımızda ise en çok İstanbul’da (18.720) ve en az da Tunceli’de (114) olduğu görülmektedir. Öte yandan Bakanlar Kurulu Kararı (BKK) ile 406 dernek “kamu yararına çalışan dernek” statüsüne sahipken 18 dernek de “izin almadan yardım toplayan” dernek statüsüne sahiptir. Her ne kadar bu türden (kamu yararına çalışan ya da izin almadan yardım toplayan) sıfatları alabilmek için, o sıfatı alacak derneklerin bazı özellikleri taşıması gerekiyorsa da, söz konusu sıfatları almayan ya da alamayan diğer derneklerin kamu yararına çalışmadığı iddiasında bulunamayız. Özellikle hem maddi hem de manevi yönlerden bazı derneklerin avantajlı hale getirilmesi, eşitlik ilkesi bakımından da sorgulanacak bir husustur.
Ülke nüfusu ve derneklerin üye sayılarına göz attığımızda da şu ilginç bilgilere rastlamaktayız:
Ülke nüfusu 74.724.269 iken derneklere üye olan kişilerin sayısı 8.852.907’dir. Cinsiyet bakımından da incelediğimizde ortaya çıkan tablo (kadın üye sayısı; 1.606.739 ve erkek üye sayısı; 7.246.168’dir) oldukça düşündürücüdür. Hemen bir kıyaslama yapmak gerekirse; Danimarka’nın nüfusu yaklaşık 5,5 milyon iken derneklere üye olan kişi sayısı 18 milyondur. Elbette birazdan anlatacağımız bazı hususlar ülkemizde derneklere üye sayısının neden az olduğuna da işaret edecektir. Ancak özellikle toplumun örgütlenememesinin sebepleri arasında geçmişte askeri yönetimlerin rolü, güvensizlik, aidiyet duygusunun olmayışı, toplumsal mücadele gücünün kazanılamaması ve eğitim seviyesi gibi bazı kıstaslar da düşünülmelidir.
Engelli bireyler üzerine çalışan STK’ların sayıları, ülkemizde 1.190 civarındadır (tüm dernekler arasındaki payı %1,4’tür). Yazımızın asıl hedefi ise işte bu STK’lar ve çalışmalarıdır.
Ülkemizde her türlü ayrımcılığa maruz kalan ve en dezavantajlı gruplar arasında engelli bireyler baş sıralarda yer almaktadır. Ayrımcılığı geriletebilmek için kamusal güce baskı yapabilecek yegâne odaklardan biri de hiç şüphesiz engelli bireylerin haklarını savunma iddiasında olan STK’lardır.
Devlet yakın zamana kadar değil ayrımcılıkla mücadele etme iradesini ortaya koymayı, ayrımcılığın varlığını dahi kabul etmemekteydi. Hükümet adına açıklama yapan bazı siyasi kimliklerin halen bu minvalde açıklama yaptıklarını da gözlemlemekteyiz.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun 2009 senesinde yayımladığı rapora göre (Bkz: http://www.tccb.gov.tr/ddk/ddk30.pdf) engelliler alanında faaliyet gösteren derneklerin kurumsallaşma düzeylerinin oldukça zayıf olduğu ifade edilmektedir. Aynı raporda engelli bireylerin haklarını savunan dernekler için şu ifadelere de yer verilmektedir:
“Genel olarak iki tür özürlü örgütü bulunmaktadır. İlki, çoğunlukla özürlüler tarafından desteklenen fakat onlar tarafından yönetilmeyen örgütler, diğeri ise, özürlüler tarafından yönetilen kendine yardım (self-help) örgütleridir” (Bkz AGE S. 44 ve 45.).
Engelli bireyler adına faaliyet gösteren derneklerin temel sorunlardan bazıları ise şöyledir:
– Nadir denilebilecek sayıda insan hakları ve özgürlükler temelinde çalışmalar yapılmaktadır,
– Lobicilik ve savunuculuk faaliyetlerinde bulunulmaması,
– Demokratik hakların (dava açmak, basın açıklaması yapmak, protesto etmek vs) kullanılmaması,
– Faaliyetlerinin yardım toplama ekseninde sürdürülmesi,
– Sosyal devletin vazife ve sorumluluklarını derneklerin üzerine alması,
– Alana ilişkin izleme, belgeleme ve raporlama yapılmaması,
– Siyasi odaklarla ya da idare makamları ile organik bağlarının olması,
– Alanda çalışan STK’ların farklı alanlarda çalışan STK’larla işbirliği yapmaması (örneğin kadın, LGBT, çocuk vb),
– Çatı örgütlerinin derleyici ve toparlayıcı olamaması,
– Dernek yöneticilerinin çok sayıda kimliğe sahip olması (belediye ve il genel meclis üyesi, siyasi parti yöneticisi, milletvekili vs),
– Bazı derneklerin bazı siyasi partilerin arka bahçesi olması,
– Çoğu derneğin sırtını kamu gücüne (belediye, kaymakamlık vs) dayandırması,
– Yöneticilerin konulara hâkim olamayışı,
– Yardım toplama başta olmak üzere, derneklerin rant kapısı olarak kullanılması,
– Üyelerinden destek gör(e)memesi,
– Unvan ve etiket kazabilmek için çeşitli derneklerin kurulmuş olması,
– Maddi kaynaklarının yetersiz olması ya da maddi kaynaklara ulaşılamaması,
– Kariyer planları için yönetim kadrolarının işgal edilmesi,
– Yazımızın başında belirttiğimiz olması gereken karakteristik özelliklere ve temel ilkelere sahip olunamaması,
– İstismar, yolsuzluk, zimmet, dolandırıcılık gibi adi suçların ortaya çıkması ile halkın STK’lara itibar etmeyip çalışmalara uzak kalması,
– Nitelikli insan kaynağına ulaşılamaması,
– Lider suntası (aynı kişi ya da kişilerin on yıllarca yönetim kadrolarını işgal etmeleri).
Elbette yukarıda saydığımız maddelere başka hususlar da eklenebilir. Fakat şunu derhal söylemek durumundayız ki; engelliler alanında çalışan tüm dernekleri töhmet altında bırakmak fevkalade yanlış bir tutum olacaktır. Elbette insan hakları ve özgürlükler temelinde çalışan STK’lar da hizmet vermektedir. Ancak insan hakları ve özgürlükler temelinde çalışan STK’ların sayıca azlığı genel tabloyu ya da algıyı değiştirmeye muktedir değildir.
Yukarıda bahsettiğimiz her bir madde, bir makale hatta ve hatta bir yüksek lisans ya da doktora tezi konusu olabilecek nitelikte ve derinliktedir. Olumsuz tabloya sebep olan dinamikler, toplumsal algı, yapılması gereken hususlar ve benzeri değerlendirmeler epeyce su kaldırır düzeydedir. Üstelik bu hususlar bakirdir ve incelenmeye muhtaçtır.
Toparlamak gerekirse; Türkiye’de engelli bireylerin haklarını savunma iddiasında olan STK’lar oldukça güçsüz ve çeşitli yoksunluklar içindedir. İnsan hakları ve özgürlüklerini güçlendirebilmek için mutlaka doğru kurgulanmış ve işlemekte olan STK’lara katılmalı ya da STK’lar kurmalı ve örgütlü mücadeleyi olabildiğince yaygınlaştırabilmeliyiz.
Hakan Özgül