Oca 13, 2014 Makaleler
Engellilik ve Tanım Bakımından
Devletin benimsediği engellilik tanımı ile uluslararası belgelerdeki engellilik tanımı arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Devletin ve resmi ideolojinin engellilik tanımının temelinde kişinin eksiklikleri, noksanlıkları ve yetersizlikleri oransal ve yüzde değerleriyle ve tıbbi bakış açısıyla açıklanmaktadır. Ancak özellikle Birleşmiş Milletler’in (BM) 21. yüzyılın ilk insan hakları sözleşmesi olarak kabul edilen[1] Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme (EHS) engelliliğin tanımını olabildiğince geniş tutmuş, tanımlar kısmına dahi koymamış ve engelliliği amaç kısmında hadisenin tıbbi boyutunu reddetmeksizin insan hakları boyutu ile tanımlamıştır. Sözleşme’nin 1. maddesinde yapılan tanıma göre: “Engelli kavramı diğer bireylerle eşit koşullar altında topluma tam ve etkin bir şekilde katılımlarının önünde engel teşkil eden uzun süreli fiziksel, zihinsel, düşünsel ya da algısal bozukluğu bulunan kişileri içermektedir.”[2] Ancak devletin ve resmi ideolojinin engellilik tanımı 5378 Sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 3(a) maddesinde şu şekilde yapılmıştır: “Özürlü: Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişiyi,… ifade eder.”
Çeşitli akademik kaynaklar da, benzer tanımlara yer vermiştir. Örneğin, Faruk Söyler’in onaylanmış Yüksek Lisans tezinin özet bölümünde engellilik şöyle tanımlanmaktadır: “Özür kavramı genel manada bir kusuru bir eksikliği ifade etmektedir. Söz konusu özür, her insanın hayatında karşılaşması muhtemel bir olgudur. Bu olgunun ifadesi günümüzde ise daha çok engellilik olarak karşımıza çıkmaktadır.”[3]
5378 Sayılı Kanun, engelliliği hafif, ağır ve bakıma muhtaç özürlü olarak da tasnif etmekte, rehabilitasyonu ise özürlünün toplumla bütünleşmesi olarak tanımlamaktadır. Bu çerçevede Kanun, engellinin topluma entegre olabilmesi için rehabilitasyon hizmetlerini alması gerektiğini öngörmektedir. Fakat devlet, rehabilitasyonun toplumsal bir olgu olduğunu ve sadece engelli bireye yönelik çabaların yetersiz olduğunu görmezden gelmektedir. Örneğin görme yeteneğini kaybetmiş bir birey bağımsız yaşamakla ilgili her türlü habilitasyon ya da rehabilitasyon eğitimi almış olsa bile görme engelliler için yaşama elverişli kentler dizayn edilmedikçe görme engellinin hayata tam ve etkin katılımı söz konusu değildir.
Gerek devletin meseleyi ele alışı, gerek toplumsal bakış açısı, gerekse de yayınlanmış tezlerde engelli bireyler, tıbbi boyutu ile ele alınmakta ve değerlendirilmektedir. Engellilik meselesinin toplumsal bir mesele olduğu[4] yaygın olarak bilinmemektedir.
Araştırmalarda Engelli Bireyler
ÖZİDA[5] tarafından 26.02.2009 tarihinde “Toplum Özürlülüğü Nasıl Anlıyor Projesi”[6] kapsamında yapılan araştırmadan elde edilen sonuçlara göre, araştırmaya konu olan katılımcılar, “Özürlü Denildiğinde Aklınıza Ne Geliyor?” sorusuna en yüksek tercih seçeneği ile %24,2 oranında “yardıma muhtaç kişi” şeklinde cevaplandırmışlardır. Aynı araştırmada katılımcıların %59,3’ü “süreğen hastalıklara sahip kişiler, engelli tanımına girmez”; %32’si “ruhsal ve duygusal”, %28,2’si “zihinsel engellilerle arkadaş olmam”; %33,6’sı “ruhsal ve duygusal”, % 30,1’i “zihinsel engellilerle çalışmam”; %25,9’u “ruhsal ve duygusal”, %19,1’i “zihinsel engellilerle komşu olmak istemem”; %18,2’si “hiçbir engelli akranlarıyla aynı sınıfta eğitim alamaz” şeklinde cevaplar vermiştir. Buna karşılık aynı kişiler, genel nitelikteki sorulara, “engelliler eğitim almalıdır”, “çalışmalıdır” gibi müspet cevaplar vermiştir. Araştırmada ortaya konulan verilerden çıkan sonuca göre, araştırmaya dâhil olan katılımcılar, eğer engelli bir birey kendi arkadaşı, çalışanı ya da komşusu “olmayacaksa” insan hakkı savunucusu gibi davranmakta, ancak kendi yakın çevrelerinde engelli bir birey görmek istememektedirler.
Ayrımcılığı Önleme Platformu’nun Engelli Konumlandırma (Algı ve Ayrımcılık) Araştırması da benzer sonuçlara işaret ediyor. Örneğin engelli bireylerle komşu olmak isteyemeyenlerin oranı %70’i buluyor. Aynı araştırma; engelli bireylere merhamet ve acıma duygularıyla bakıldığını ortaya koymaktadır.
Bürokrasinin Bakış Açısı
Ankara’da ayrımcılık konulu bir toplantıda tanıştığım bürokrat (büyük bir ilin vali yardımcısıydı) bizi çok şaşırtmıştı. O’na göre: “Merhamet, yardım ve acıma duyguları milli duygulardır ve bu duygulardan rahatsız olmamalıymışız.”
Ne zaman bir devlet büyüğü engelli bireylerden bahsedecek olsa, sürekli engelli bireylerin baş tacı olduğunu da ifade edilir.
Önemli İnsanların Açıklamaları
3 Aralık 2012 tarihinde Emine Erdoğan yıllarca kamuoyundan gizlediği bir bilgiyi paylaştı kürsüden. İlk kez burada açıklıyorum dedi. Meğerse adı Hayrettin olan ama aile arasında “Leylim” diye anılan ve sülalece “maskot” kabul edilen, down sendromlu bir süt kardeşi varmış. “Keşke bütün engeliler down sendromlu olsalar. Hiç kimseye zararlı yok faydadan başka” diyerek sözlerini tamamladı. Emine Hanım’ın samimiyetinden kuşku duymuyorum fakat engelli bireyler hakkında söyledikleri ve yüklediği anlamlar beni ziyadesiyle üzdü. Aslında durumu yani engelli bireylere bakış açısını anlamak için çok güzel bir yansımaydı bu sözler ve ayna misali toplumun engelli bireyleri nasıl anladığı meselesi gerçekten de daha iyi ifade edilemezdi. Zihnime fena halde yerleşti; “maskot, leylim, bütün engelliler down sendromlu olsa” sözleri.
Atasözlerimiz
Körle yatan şaşı kalkar,
Kör tuttuğunu, topal yakaladığını,
Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur,
Bitli baklanın kör alıcısı olur…
Görme yeteneğini kaybeden ve aile kuran çok sayıda insan var. Lütfen eşlerine sorar mısınız hiç şaşı kalktıklıkları olmuş mu? Düşünüyorum da aksayarak yürüdüğüm günleri. Hiç kimseyi kovaladığımı hatırlamıyorum. Evlilik kurumuyla ilgili sözler de çok garip değil mi ?
“Hayırlısıyla eli ayağı düzgün biriyle baş-göz edelim…”
Bu söz genellikle ebeveynler tarafından sarf ediliyor. Çünkü yeti yitimi olan bir kişiye oğlunu ya da kızını yakıştıramıyor.
Bu düşüncelerimi çoğu zaman aktardığımda birçok kişi bana hak veriyor ve bu muameleleri yapanları ayıplıyor. Sonra ne oluyorsa bir an için tekerlekli sandalye kullanan ya da gözleri görmeyen ya da duyamayan ve konuşamayan ya da başka fiziksel yeti yitimleri olan bireylerle aile kurmayı reddediyorlar. Çünkü onlar daha az insan kendilerine göre.
Doktorlardan Bir Örnek
Geçen sene Özürlüler Vakfı’nın düzenlediği Yeti Yitimi Konferansı ve Çalıştayı’na katılmıştım. Bir hekim çok doğru ve yerinde bir tespitte bulundu ve şöyle söyledi mealen: “Bizler engelli bireyler hakkında donanım kazanmadan mezun olduk ve şimdi anlıyorum ki O’nlar hakkında çok az bilgiye sahibiz.”
Sakatlık Bir İlahi Ceza Mı?
Engelli bireylerin yeti yitimlerinin sebepleri ilâhi ceza olarak bilinmektedir yıllar yılı.[7]
Epilepsi nöbeti geçirenlerin “cinlere karışması” gibi.
Tekerlekli sandalye kullanan (kimileri buna mahkûm diyor ve çok ahmakça olduğunu bilmiyor) bireylere “Allah belâsını vermiş” gibi.
Gözleri görmeyenlere; “Allah kimilerinin bu dünyayı görmesini istemiyor” denilmesi gibi.
Anne ve babasının sözde günahı olan işitme ya da zihinsel engelli bireyler gibi. Hepsi takdir-i İlâhi…
Medya’da Engelli Bireyler
Adını vermek istemediğim bazı televizyon kanallarının diziye benzer programları hiç dikkatinizi çekti mi? Adları genellikle bir gizemlilik içerir: “Kalp Gözü”, “3. Boyut”, “6. His” vb. Bu dizilerde kötü bir insan başroldedir. Ölesiye içki içer, kumar oynar, karısı ve çocuklarını döver, her türlü çirkefliği yapar. Karısı genellikle mazbut, umutlu ve dayağı içselleştirmiştir.
Kadının rüyasına aksakallı bir amca gelir ve der ki:
Kızım sabret…!
Aradan zaman geçer ve o kötü adam bir kaza geçirerek felç olur. Seyirci ekran karşısında moral kazanır: “Oh oldu sana”, “Allah’ın sopası yok”, “Gördün mü gününü” diye.
Kötü adam birden bire hidayete erer ve erenlerden oluverir. Filmin sonunda eskiden kötü ama şimdi melek gibi olan adamın yürüyerek evden ayrıldığını görürüz…
Öyle Bir Geçer Zaman Ki adlı diziyi seyredenler hatırlar. Murat adındaki karakterin yataktaki başarısızlıkları aslında toplumun başka bir bakış açısını sergiliyordu. Felçli bir kişinin cinsel hayatı olamaz düşüncesini empoze ediyordu. Felç geçirmedim ama sanıyorum ki tekerlekli sandalye kullanıyor olmamdan ötürü; evli ve bir çocuğumun olduğunu duyanların yüzlerindeki garip şekil değişikliklerini pek anlamlandıramazdım.
Daha birçok engelli birey algısına örnek verebilmek mümkün. Fakat bu kadarla iktifa edebiliriz diye düşünmekteyim.
Öte taraftan engelli bireylerin bu tutum ve davranışlara karşı geliştirdiği bazı “kendini ispat” durumları da ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor. Engelli birey kendini topluma karşı kabul ettirebilmek bakımından ilginç davranışlar da ortaya koymuyor değil. Suçlayıcı olmayacağım bu hususta zira hepimiz zaman zaman kendimizi kaptırmıyor değiliz. Zira engelli bireyler hayatta hep maça yenik başladıkları düşünmektedirler ve bu eşitsizliği gidebilmek adına çana sarf etmektedirler. Bu çabalar bazen ilgi ve merak uyandırırken bazen de komik duruma düşmemize neden olabilir.
Toparlamak gerekirse: Toplum engelli bireyler ve yaşamları hakkında bilgi sahibi değiller. Eğitim kurumları (daha ilk basamaklarından başlayarak) başta olmak üzere, farkında olamadıkları bir kitle var toplumun önünde: “ENGELLİ BİREYLER.” Bazen yardım etmek uğruna bazen de açıkça ötekileştirerek toplumun dışında bırakılan kesim.
Hakan Özgül
[1] http://www.undp.org.tr/Gozlem3.aspx?WebSayfaNo=778 (erişim: 02.06.2010).
[2] Sözleşme metni için bkz. 14 Temmuz 2009 tarih ve 27288 sayılı Resmi Gazete. Fakat Sözleşme’nin orijinal metninde dış faktörlerin engellilik üzerinde etkisinden bahsedilirken kanunlaşan halinde bu durumdan hiç bahsedilmediği araştırmacılar tarafından tespit edilmiştir.
[3] Faruk Söyler, Hadislerde özür kavramı ve Hz. Peygamber’in özürlülere yaklaşımı (The concept of disability in the hadith and the approach of the Prophet Muhammad to the handicapped individuals), yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, 2010,
http://tez2.yok.gov.tr/tezvt/liste.php?-skip=0&-max=10&DanismanAdSoyad==A. Kadir Evgin (erişim: 02.06.2010).
[4] Hasan Yaşar Coşkun, Özürlü birey ve ailesinin sosyal iletişim sürecinde karşılaştığı ve yaşadığı durumlar hakkında teorik ve ampirik bir çalışma (A theoretical and empirical study about encountered and experienced conditions of handicapped person and the family in the process of social communication), yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı, 2010, http://tez2.yok.gov.tr/ (erişim: 02.06.2010).
[5] Kurumun adı Yaşı ve Engelli Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak değiştirilmiştir.
[6] ÖZİDA, Türkiye Özürlüler Araştırması 2002, http://www.ozida.gov.tr/guncel/arastirma_sonuclari.pdf (erişim: 02.06.2010).
[7] Bkz: Sakatlık Çalışmaları: Sosyal Bilimlerden Bakmak, Dikmen Bezmez, Sibel Yardımcı, Yıldırım Şentürk, İstanbul, Koç Üniversitesi Yayınları, 2011